27 Nisan 2011 Çarşamba

İnsan Kaynakları Konusunda her şeyi bildiğini düşünen ama bilmeyen Genel Müdür ile nasıl çalıştım?

Genelde bu tür hikayeleri insan kaynakları yöneticilerinden ve diğer danışman arkadaşlarımdan duyar ve inanmak istemezdim. Son danışmanlığını yaptığım şirketlerden birinde bu problemle ben de karşılaştım. Kurumun Genel Müdürü kendini İK konusunda bir uzman hatta guru olarak görüyor, İK’ya danışmadan pek çok karar alıyor ve bu kararları da istediği anda duyuruyor veya uyguluyordu. Esasında bu problem pekçok şirkette İnsan Kaynakları fonksiyonun gerçekleştirmeye çalışan bir çok arkadaşım için geçerli idi. İnsan kaynaklarının başındaki pek çok iyi yönetici Genel Müdürlerinin insan kaynakları alanındaki tavır ve tutumları yüzünden tökezleyip durmakta.

Böyle bir Genel Müdür ile çalışırken neler yapmalıydım;
İlk yapmam gerekenle kendimi bu sürece hazırlamaktı. Hedeflerimi ve duruşumu belirlemem gerekliydi.

Buna Genel Müdür’ün insan kaynakları konusunda ne denli bilgiye sahip olduğu konusunu gündemimden çıkarmakla başladım. Burada önemli olan insan kaynakları bölümünün kendisine verilen görev ve sorumlulukları tam olarak yerine getirmeye başlamasıydı. Bu görevi yerine getirerek hem Genel Müdür’ün hem de kurumun işlevsel olarak çalışmasını ve performansın artışını gerçekleştirecektik. Benim misyonum İnsan Kaynaklarının görevlerini tam olarak yerine getirmesini sağlamaktı.


Her Genel Müdür kurumunda doğruluğuna inandığı işleri gerçekleştirmeye çalışır. Bu çok doğal bir süreçtir. Bununla beraber yaşanılan örneklere baktığımızda pek çok kereler Genel Müdür’ün bir Danışman ile veya profesyonel bir insan kaynakları yöneticisi ile beraber çalışmak istediğinde maalesef ya da aslında ihtiyacı olan şey kendi düşüncelerinin onaylanmasıdır. Bireysel olarak ilerlediği yolun doğru yol olduğunun konfirmasyonuna ihtiyaç duyma ihtimali yüksektir. Olur da danışman Genel Müdür ile aynı fikirde olmazsa savunma duvarları hemen örülür…
“Siz bizim sektörü bilmezsiniz. Bizim burası diğer kurumlardan çok başkadır. Biz bambaşka bir strateji izlemeye karar verdik, Siz bizim müdürleri bilmezsiniz!!!”
Bu nedenle de biliyordum ki Genel Müdür bana burada işlerin başka yürüdüğünü, benim bunu anlayamayacağımı söyleme ihtimali çok yüksekti. Bundan etkilenmeyecek kadar tecrübeliydim. Bu konuda sağlam durmanın ne kadar önemli olduğunu biliyordum.


Bu konuda yaptığım ikinci önemli şey Genel Müdür’den bana gerçekten ayırabileceği bir zaman istemek oldu. Bu toplantıyı talep ederken tek konunun İnsan Kaynakları alanında daha verimli ve etkili nasıl çalışabileceğimizi konuşmak olduğunu özellikle belirttim.

Bu toplantıda ilk olarak benden istediği sonuçlarda hala mutabık olduğumuzun teyidini aldım. İşbirliğimizin başında benden istediği sonuçları sıralayıp “benden hala bunları istiyorsunuz değil mi?” diyerek sordum. Böylece kendime koyduğum hedefleri onun kendi isteği olarak ifade etmesini sağlamış oldum. Bunun sonrası biraz daha zor bir süreçti… İnsan Kaynakları ve benimle çalışmadan aldığı, duyurduğu ve de uygulamaya soktuğu kararların etkilerini daha büyük bir perspektiften, kendisinin bakmaya pek fırsatı olmadığı bir açıdan anlatmaya ve onun fark etmesini sağlamaya çalıştım.
Kendi başına aldığı kararların veya hayata geçirdiği uygulamaların şu anda görünmeyen, fark edilmeyen ama yaşanan veya yaşanacak olan etkileri ile başta sıraladığı kendi hedeflerinin birbirinden ne kadar farklı olduğunu anlamasını sağlamaya çalıştım. Bir yanda kendi hedefleri bir yandan da yaptıklarının sonuçları vardı. Bunu fark etmesini sağlarken olabildiği kadar objektif olmaya, Genel Müdürün kendisini savunmaya geçmesini engellemeye çok gayret gösterdim.

Artık sıra bundan sonra nelerin yapılabileceğini bulmaya gelmişti. Neleri farklı yapabileceğimizin genel çerçevesini çizmeye çalıştım. Alacağımız kararların iş sonuçlarına ne gibi etkileri olabileceği ile ilgi düşünce ve öngörüşlerimi sunum formatında paylaştım. Böylece insan kaynakları fonksiyonu sorumlusu olarak sadece operasyonel ortak değil stratejik yönetim ortağı olabileceğimizi kendisine hissettirmek ve yaşatmayı planladım.

İnsan Kaynaklarının “durumlara tepki veren” bir konumdan ziyade “öngörülü davranan, planlar çerçevesinde ilerleyen” bir konumda olduğu taktirde hangi alanlarda kazanç sağlayacağımızı paylaştım (özellikle şirketin başı açılan insan kaynakları davaları ile dertteyken).

Bu temelden sonra sıra yapılacaklara gelmişti. Yapılması gerekenlerin net olarak belirlenmesi gerekiyordu. Her detayı vermektense bu çerçeve içinde kendisinin çözümler üretmesini sağladım. Genel çerçeve belirlendikten sonra çalışmalara İnsan Kaynakları direktörünü de dahil ettim. Böylece İnsan Kaynakları ile ilgili kararlar üçümüzün olduğu bir ortamda, tartışılarak ve daha da önemlisi sınırları önceden belirlenmiş stratejiler çerçevesinden verilmeye başlandı. Herkesin, alınan kararların arkasında duracağının güvencesini yaşaması güzeldi.

Bu süreç tabi ki uzun ve sancılı bir süreç. Ancak bu kuruma ne amaçla geldiğimi unutmadan, varlık nedenimi önümde bir amaç olarak koyduğumda daha verimli ve etkili olduğumu gördüm. Size de öneririm…
Bir danışman olarak vaktimi ve enerjimi CEO mun yanlış aldığı kararlar, tutum veya davranışlarla ilgili paydaşlarımla “radyo koridor FM” de konuşmak yerine yukarıda saydığım önlemlerle geçirdiğimde fark yaratabildiğime şahit oldum. Böylece Genel Müdür, İnsan Kaynakları Direktörü ile birlikte değişimi yakaladık.

Kolay mı oldu? Tabii ki hayır.
Siz de fark yaratabilirisiniz..
Bu farkı yaratmak Danışmanlara özgü bir örnek değil, İnsan Kaynakları Yöneticileri ve Genel Müdürler farkı beraber yaratabilirsiniz..
Reha Abi

9 Mayıs 2010 Pazar

Güneşli Bir Pazar Sabahı Paylaşmak

Nihayet yaz bugün itibari ile yüzünü göstermeye başladı. Bahçemde çileklerim pembeleşti, domates fideleri ekildi, frambuazlar çiçeklendi. Bu sene her seneden farklı olarak daha çok meyve ve sebze dikimi yaptım. Birkaç haftaya kalmaz her sabah koca bir tabak sarı, kırmızı franbuazlar, tayberryler, kırmızı ve siyah ribabanalar masamı şenlendirecek.
Güney amerikadan tohumlarını getirtiğim çizgili domateslerime daha var. Tahminimce haziran ortasından sonra hergün 5 - 6 kilo domates almaya başlıyacam. Tabi bizde sofralarda çok yenmeyen ama benim fidelerini tohumdan yetiştirdiğim masada yenilebilen elips şeklindeki domateslerimle karışık olarak.
Evet bu sene yeni bir denemeye başladım daha önce eski kız arkadaşım Hülya'nın bahçesine ektiğim ve çok verim aldığımız blueberryler'den 4 saksım var nihayet. Daha çok yeniler ve tazeler bu sene ne vereceklerini çok bilmiyorum.
Üretmek ve ürettiklerini paylaşmak çok keyifli..
Siz neler üretiyorsunuz? Paylaşmak istermisiniz?
Sevgiyle kalın

1 Şubat 2010 Pazartesi

Şair Değilim Ama?

Ne zaman seninle oturup herhangi bir konuda konuşmaya başlasam seninle birlikte olmaktan mutluluk duyuyorum.

Senin sıcaklığınla rahatlayıp insanları etkilemek düşüncesinden sıyrılıyorum

Farkına vardım ki, seninle birlikyetken insanın kendi olması ne kadar güzel ve rahat.

Senin yanında mutlu olabilmek ne kadar kolay..

13.12.1992

Bit Pazarına Nur Yağdı!

Geçen hafta kütüphanemi temizlemeye başladım.. Temizlik her zaman yeni keşiflere imkanlar yaratmakta.. sizinle 1986 yıllarına dönüp neler karaladığımı paylaşıcam. Bu notlarımı o yıllarda daktilo ile yazmışım.

İnsan İlişkileri

Yaşam çok ilginç! "Hayır deyip, başkalarının ne düşüneceğini aldırmadan çekip gidebiliyormusunuz? (gitsek bile arkada bıraktığımızı düşünmeye devam ediyoruz. Vücudumuz gidiyor ruhumuz, düşüncelerimiz bıraktığımız yerde kalıyor)

Genelde bir çoğumuz gece yatarken televizyonumuzu bile kapatmıyoruz, kapatırsak kendimizi yanlız hissediyoruz!! (acaba neden?)

En önemli varlığı yani insanı nasıl tanıyabileceğinizi biliyor musunuz? (tabiki size şu anda kimsenin bilmediği bir sırrı vermeyeceğim.. Daha güncel yöntemlere bakalım) Ne okuduğuna bakın, ne seyrettiğine bakın, duvarlarına ne astığına, raflarına ne koyduğuna bakın..

Bunlar insanı tanımaya yeterlimi? Tabiki değil..
İnsanı tanımak için bunlar sadece küçük göstergelerdir, ipuçlarıdır. İnsanı tanımak, anlamak için daha fazlasına ihtiyaç vardır..

İnsanın yanlızlığını, yanlız insan giderebiliyor..
sevgiyle kalın
Ekim 1986

23 Ocak 2010 Cumartesi

Yaşamın anlamı ve Sevmek

Yaşam bazen önümüze ilginç kitaplar, yazılar çıkartır. Bunlar zamanını daima doğru bilirler. Bu kitaplarda ya kendimize bir pencere yada yaşamımıza bir pencere açarız. Yılbaşında bana gelen hediye kitaplar bu yoğun karlı günde bana iyi arkadaş oldular. Hele evimde hafta sonumu yalnız geçirince beni çok düşündüren bir kitabı ve bir alıntıyı sizinle paylaşmak istedim.. Evet bu yakınlarda blogumu ihmal ettiğimi biliyorum..

Viktor E. Frankl'ın ''İnsanın Anlam Arayışı'' kitabından size bahsetmek istiyorum.. Size uzun uzun kitabı anlatmıyacağım.. Yazara göre Logoterapide insan yaşamının anlamını üç farklı yoldan keşfedebilirmiş;

1. Bir eser yaratarak ya da bir iş yaparak
2. Bir şey yaşayarak ya da bir insanla etkileşerek
3. Kaçınılamaz acıya yönelik bir tavır geliştirerek

Baktığımızda birincisi gayet açık ve net.. İkincisi ise birşey yaşamak, doğayı ve kültürü yaşamak ve en önemlisi ise olanca eşsizliğiyle bir insanı yaşamaktır. Yani onu sevmek...

Sevgi ve sevmek üzerine binlerce kitap yazıldı. Sevmenin psikolojisi araştırıldı.. Diyebilirimki kendi dilimde veya ingilizce yayınlanan birçoğunuda okumaya çalıştım. Bunu yaparken daima hep kendimi ve yaşadığım ilişkileri düşündüm. Ben kimi? Ne kadar? Nasıl sevmiştim? Bu sevdiğim insanlar için ne yapmıştım..

Yazarımıza göre;
''Bir başka insanı, kişiliğinin en derindeki çekirdeğinden kavramanın tek yolu sevgidir. Sevmediği sürece hiç kimse, bir başka insanın özünün tam olarak farkına varamaz. Sevgisi yoluyla insan, sevilen kişideki temel kişilik özelliklerini ve eğilimlerini görebilecek duruma gelir ve dahası, ondaki gerçekleşmemiş olan ancak gerçekleştirilmesi gereken potansiyelleri görür. Ayrıca sevgisi yoluyla kişi, sevdiği insanın bu potansiyelleri gerçekleştirmesini sağlar.
Sevdiği insanın, ne olabileceğinin ve ne olması gerektiğinin farkına varmasını sağlayarak, potansiyellerini gerçekleştirmesini sağlar.
Logoterapide sevgi, yüceltme anlamında cinsel itkilerin ve içgüdülerin sadece bir yan olgusu olarak yorumlanamaz. Sevgi de cinsellik kadar temel bir olgudur. Normalde seks, sevgi için bir dışavurum biçimidir. Seks, bir sevgi aracı olur olmaz ya da sadece bir sevgi aracı olduğu sürece haklı görülür, hatta meşrulaştırılır. Bu nedenle sevgi, seksin sadece bir etkisi olarak anlaşılmaz; daha çok seks, adına sevgi denilen nihai birliktelik deneyimini dışavurmanın bir yolu olarak görülür.''

Bu yazıyı okuduğum zaman ilkokul günlerimden başlayan ve bugüne gelen 53 yıllık sevmek yolculuğumda, kimleri sevdiğimi, gerçekte kimlerin potansiyelini keşfedip bunu gerçekleştirmelerine yardımcı olmaya çalıştığımı düşündüm..
Sizde düşünün bakalım kimler için bu süreci yaşadınız. Sevdiğim tüm kadınlar bu yazımı okuyacaklar mı bilmiyorum ama ben hepsini tek tek düşündüm..
Sizlerle tekrar en kısa sürede beraber olabilmek dileğimle

19 Nisan 2009 Pazar

İşin Bitince Beni Severmisin Anne?

Bugün bu isimdeki sunum bana geldiğinde içim cız etti ve uzun uzun düşündüm. Yaşam denen yolculukta fark etmeden sevdiklerimizi ne kadar çok ihmal ediyoruz.

Yurt dışından Türkiye'ye dönüp Sabancı Gurubunda çalışmaya başladığımda kabul edilmek, başarılı olmak gibi bugün bana saçma görünen o gün çok önemli olduğunu düşündüğüm çeşitli nedenlerle çocuklarımı ne kadar az görebilmişim.

Dönüp kendi çocukluğuma baktığımda beni sevdiğini söyleyen aynen benim gibi çalışan babamı şimdi görmekteyim. Genelde ortalıkta annem vardı, o da daima, temizlik, yemek, misafirler ve bizim dağıttığımız evi toplamakla zamanını geçiren annem, bizim için saçını süpürge yapan annem.. hiç çocuk aklıma gelmemişti anneme bu cümleyi söylemek..

Çocuklarımı düşünüyorum bugün iki yetişkin olan kızlarımın insan gibi insan olmaları ile gurur duyduğum, kendilerini geliştirmeleri ile gurur duyduğum kızlarım. ben yoğun çalıştığım dönemde onlar benim onları sevmemi beklerken, bugün onlar yoğun bir yaşam döngüsünde ve ben onlara sevgimi vermeye çalışırken onların vakti yok..Ne garip döngü..

İşim ne zaman bitecek, kızlarımın işi ne zaman bitecek? Ne zaman gerçek sevgimizi paylaşıcağız? Belkide bu bir ütopya, bilmiyorum ama bugünkü sunum beni uzun uzun düşündürdü.. Okulda anne olan öğrencilerim var.. haftada 3 gün 18.30 - 21.30 derse geliyorlar. hafta sonu ev işleri, annelik, hayat arkadaşlığı ve anneliğin yanında birde benim verdiğim ödevleri yapmaya çalışıyorlar..

Özellikle metropol hayatında zaman fukarası olarak yaşarken yarının ışığı çocuklarımıza ne kadar sevgimi verebiliyoruz..
Özür dilerim sevgili kızlarım sizden.. bir anlamı olacakmı bilmiyorum. İleride bir gün anne olmaya karar verirseniz ne olur çocuklarınızın böyle düşünmesine olanak tanımayın..
Sizi çok seviyorum..

15 Mart 2009 Pazar

Merhaba, güzel bir pazar sabahı güneşin ışıkları ile uyandım bu sabah.. Bulutlar arada sırada güneşi kapatıp yine ışıkları ile buluşmama izin veriyorlar. Aynı insanın yaşamı gibi güneş mutlaka doğuyor ama bulutlar onu saklamak için bizimle oyun oynuyor..
Küçüktüm ablamla oyunlar oynardık. En iyi arkadaşımdı ablam 7 yıl öncesine kadar. Yine bulutlar oyun oynadı ve onu bizden aldı götürdü bir sabah. Bu sabah ablamla oynadığımız oyunları düşündüm. Çocukken babamın işi nedeni ile anadolunun çeşitli illerinde dolaşıyorduk. İzmit, Balıkesir, Afyon, Manisa, Söke, İzmir, Susurluk, Gaziantep, Van, Antalya, kısacası anadolu kazan biz kepçe idik.
1960 lı yıllardı İzmir Karşıyaka'da Alaybey'de eski bir taş evin giriş katında oturuyorduk. Yaklaşık 1,5 sene kaldık orada. İki yaz, bir kış geçirdik. Çevremizde yine taş evler ve levanten komşularımız vardı. Evin önünden şimdilerde çok geniş olan, o zaman çok dar olan sahil yolu geçiyordu. Tarihi Alaybey tersanesi hala faal durumda idi. Yoldan deniz kenarına geçince, evlerin denizde küçük tahta iskeleleri vardı. Mayıs ayı ile birlikte eylül sonuna kadar aileler buradan denize girerlerdi. Martı sesleri, vapur düdükleri, sahile vuran denizin sesi bizim yaşam müziğimizin birer parçası idi.
Geçirdiğimiz iki yazda ben ve ablam için en güzel oyunlardan biri tahta iskelede balık tutmak ve akşam yemeği için farklı lezzetler yaratmaktı. Hele komşu arsada teneke üzerinde pişirdiğimiz midyelerin lezzetti hala damağımda. Denizi sabah, akşam beraber seyretmek, geçen gemilerle ilgili hayaller kurmak. Günlerin kefine diyecek yoktu. Yaşam ne kadar ilginç.. Orada başlayan seyahat hayallerimizi liseyi bitirene kadar iki kardeş gerçekten hem ailemizle hemde başbaşa gezerek yaşadık. Daha sonra üniversite yaşamımız ve hayatımıza giren özel insanlar duygu bağımızı etkiliyemedi ama fiziksel olarak aynı maceraları yaşamamıza imkan bırakmadı.
Kış geldiğinde deniz kıyısı veya komşu arsada midye sefalarımız kısıtlanınca, evde ablamla paylaştığımız çocukluk odamızda ayrı ayrı yataklarımızı gemi yapar, uçak yapar hayallerimizin seyahatlerine giderdik. Yıllar içinde ben dünyada çok dolaştım ama ablamı dolaştıramadım. Seçtiği hayat arkadaşı ile bu hayallerini gerçekleştiremediği bir hayat yaşamak durumunda kaldı.
Sabah kahvaltıdan sonra, ablamla gemilerimize bindiğimizde önce güneşin altında dinlenir, bu sabah olduğu gibi arada kara bulutlar çıkar, o zavallı yatağımız, fırtınalarla boğuşan gemiler olurdu. Vah zavallı yataklarımız..Sonrası mı? Annem içeriden seslenir, yatağınızı bozdunuz toplayın oraları... Biz yataklarımızın üzerinde, inanılmaz yaşadığımız heyecanlardan yorgun ve mutlu dinlenirdik. O günlerde güneş ve bulutların hayali hareketleri bizim çıktığımız düşsel yolculuklarımızın arkadaşı olurdu.
Yaşam yolculuğunda yıl denenen kilometre taşlarında yol aldıkça kaybedilenlerin farkındalığı artmakta. Çok eğlendik, çok güldük, çok birbirimizin kabahatlerine bulut olduk... sen ne tatlı bir kızdın be ablacım..